Kayboluş (Hikâye)




 Sırtlan tüm dişlerini geçirmiş, var gücüyle adamın yiyecek dolu çantasını almaya uğraşıyor; adam ise tehlikenin farkında olmadan çantasını sırtlana bırakmamaya çalışıyordu. Sırtlanın dişlerini gören adam birden ürktü. Bunun, canına mal olabileceğinin farkına vardı. Ancak devam etti. Çantasını kaybederse bu uçsuz bucaksız ovada, zaten öleceğini biliyordu. Ne fark ederdi?
Adamın böyle geçip giden boğuşmada terlere boğulduğu bir anda telefonu çaldı. Birden yatağından fırladı. Gerçekte de sırılsıklam olmuştu. Saate baktı, gece 1’de,  beni kim neden arasın diye düşündü.  Arayan Tuğrul’du.
-Kusura bakma ama aramam gerekti Yavuz.  Komutan’ın babası vefat etmiş. Seni daha önceden aramışlar ancak ulaşamamışlar. Yarın öğle namazından sonra cenazesi kaldırılacakmış.
-Peki Tuğrul, eyvallah.
 Tuğrul’un başka bir şey demesine  fırsat vermeden Yavuz telefonu kapatmıştı. Yavuz kafasını toplayamıyor, olanları muhakeme edemiyordu. Derhal kalkıp buz dolabının kapağını açtı. Hiç alkol kalmamıştı. Tekelin yolunu tuttu.
- Bir Kasa bira istiyorum, dedi ve parayı uzattı.
İçinden tövbe eden ve estağfurullah gibi bir şeyler söylenen tekelci, parayı aldı ve biraları verdi. Yavuz tekelcinin bu söylenişine pek de kafa yormadan gitti.
Yanlış giden bir şeyler olduğuna emin olan ve buna hayli siniri bozulan Yavuz, birkaç bira sonra kendine geleceğine emindi. Bu yüzden, ‘yanlış giden bir şeyler’ olduğu meselesinde fazla durmuyordu. Bir yandan bu konu hakkında düşünce deryasına dalan Yavuz bir gürültü ile irkildi:
- Ayıp ulan ayıp!... İnanmıyorsun da saygı duy şerefsiz!
Yavuz, meseleyi anlayamamıştı. Düşüncelerinin tamamından sıyrılamadan meseleye odaklanmaya çalışıyordu:
- Ne diyorsun birader?
Müslüman delikanlı yanındaki arkadaşlarına  da güvenerek:
-Lan piç! Bu gece Kadir gecesi. İnanmıyorsan da saygı duy da şunları sokak ortasında taşıma!
Her meseleyi kendilerine karşı yapılmış sanan, dünyanın kendi etrafında döndüğünü düşünen ve birçok olaydan kendine mağduriyet çıkaran bu cins Müslümanlardan Yavuz nefret ediyordu:
-Bir kere diyeceğim: Siktir git.
-Lan dinsiz! Sana mı soracağım ne yapacağımı. Burası Müslüman mahal...
 Müslüman delikanlının sözünü bitirmesine fırsat vermeden Yavuz, delikanlının kafasında bira şişelerinden birini patlatmıştı. Dağılan şişenin camları etrafa saçıldı. Bir kısmı da delikanlının kafasında duruyordu. Delikanlının arkadaşları kısa süre şok olmuştu. Kendilerine geldiklerinde Yavuz’un gözlerinde olan merhametsizliği ve delikanlının kafasının halini gördüler. Yavuz’a saldırmaya cüret edemediler. Arkadaşlarını alıp uzaklaştılar.
Yavuz, olaydan sonra bir sigara yaktı ve kaldırıma oturdu. Halen uykudan uyanamamış gibiydi.
Komutan’ı düşündü. Onunla çocukluktan arkadaştı. Babasını tanıyordu. Niye bu olanlar karşısında bir şey hissetmiyordu?...
Yavuz’un kafası seri üretim bandında ürünlerin akışı gibi, düşünceler kafasından akıp gidiyordu. Kafasındaki bandın kumandası kendinde değildi. “Niye bir şey hissetmiyorum” ile başlayan süreç “en son ne zaman bir şey hissettim”e dönmüştü. Hatırlayamıyordu. Kendisini iyi ya da kötü anlamda, derinden sarsan bir olayı anımsayamadı. Hislerini mi kaybetmişti? Öyleyse buna nasıl şahit olamamıştı?
Yavuz psikolojiden anlayan adamdı. İnsanların psikolojik analizini yapmada pek zorlanmaz, genelde de doğru tahmin yapardı. Ama kendisinde böyle büyük bir değişikliği şimdiye kadar görememişti. Uzun zamandır yalnız yaşadığından, kendine dışarıdan bakamıyor, daha doğrusu bakmaya ihtiyaç duymuyor ve değerlendiremiyordu.
  Sevgilisinden ayrıldığı zamanı düşündü. Yaklaşık bir yıl önce, sevgilisi onu “ilgisiz” olduğu için terk etmişti. O zamanlar bunun üzerinde pek durmamıştı. İlk defa ilgisiz olduğu için terk edilmiyordu. Yavuz’a göre kadınlar bunu hep yapardı. Güneşin doğmasının nasıl ki her gün yeni yeni analizlere ihtiyacı yok ise kadınların ilgisizlık yüzüne terk etmesinin de pek analize değer tarafı yoktu. Burada kadınları analiz etmeye değer taraf, ilgisiz bir adamın ilgisini çekmeye olan zaaflarıydı. Artık bu da umurunda değildi. “Belki bir gün bir kadın, memleketi kurtarırsa uzun uzun analiz ederim” diye meseleden sıyrılıyordu. Meselenin Komutan’ın babasına üzülememesinden, memleketi kurtaracak kadına kadar geldiğini fark eden Yavuz, biraların bir kısmını eve bıraktıktan sonra içmek için sahildeki banklardan birine oturdu. Denizi seyrederken az ileride denizin hemen dibindeki kayalıklardan, dalgaların sesi yüzüne çok az duyabildiği bağlama sesine dikkat kesildi.  55-60 yaşlarındaki adamın biri kayalıklara oturmuş, ufak rakısını açmış, bağlama çalıyordu. Daha yakından duyabilmek için gidip uygun bulduğu bir yere oturdu. Şimdi sesleri çok net duyabiliyordu. Adam, türkü bitince Yavuz’u dikkatli süzdü. Yavuz bunun farkında değildi. Denize bakıyor ve düşünüyordu. Adamla konuşma gibi bir niyeti olmadığından hiç de adama bakma ihtiyacı hissetmemişti. Ama adamın konuşmaya niyeti vardı:
-Var mı istediğin bir şarkı?
Yavuz yakına geldikten sonra ilk defa adama bakmıştı:
-Yok amca, ne çalarsan dinlerim.
Amca, rakı bardağını havaya kaldırarak “şerefe” dedi.
Bir şarkı daha çaldıktan sonra Yavuz’a sordu:
-Bu saatte buraya derdi olmayan gelmez. Hayırdır aslanım?
-Ben de anlamaya çalışıyorum amca.
-Bize de anlat, belki yardımımız dokunur.
Yavuz adamı süzdü, denize baktı ve iç geçirdi. Anlatmayı istemediğinden değil, anlatamadığından bir şey diyemiyordu. Oldum olası meseleleri içinde çözmeye alışmıştı.  Derdini anlatmaya alışık değildi. Adamın muhabbeti uzatacağını düşündü.
-Eyvallah amca, dedi; kalkıp az önce oturduğu yere döndü.
Dalgaların hareketlerini izlemekten keyif almaya başladı. Canı birden dans etmek istedi. Yavuz dans etmeyi Harp Okulunda öğrenmişti ve öğrendiğinden bu yana çok güzel dans ederdi. Önemli gecelerde Harp Okulundan dans edecek biri oldu mu, ilk Yavuz seçilirdi. Bunun yanında Yavuz, iyi dans etmesini hiç mizacına yakıştıramıyordu. Yavuz gibiler, O’na göre mücadeleye dayalı alanlarda daha etkili olmalıydı. Dövüş veya spor gibi. Belki de Yavuz da herkes gibi biraz kendisini yanlış tanıyor, olmak istediği ile olduğu kişiyi ara ara karıştırıyordu. Bilinçaltında Yavuz da farkındaydı ki, dans etmek O’nun düşüncelerini toparlıyor ve belirli bir disipline sokuyordu. Buna ihtiyacı olduğu için, şimdi yine dans etmek istiyordu.
Alkol onun uykusunu getirmişti. Bu fırsatı kaçırmamalıydı. Gün ağırmadan yola çıkmalıydı.Eve gidip uyudu.

Uyanıp yola çıktığında gün yeni ağrıyordu,öğlen olmadan planladığı saatte Komutan’ın ailesinin yaşadığı eve geldi ve komutanın annesinin elini öptü:
-Başınız sağ olsun.
-Sağ ol evladım.
Yavuz kadına derin biçimde baktı. Dirayetin ve bilgeliğin vücut bulduğu bu kadına üzülmek, O’na göre saygısızlıktı. Hayatta çok az insana, hele hele çok az kadına saygı duyan Yavuz, bu kadına duyduğu saygıyı tüm hücreleri hissedebiliyordu. Bu saygı ve ciddiyetle:
-Müsaade ederseniz...
-Etmem. Sen bugün burada kal evladım. Sana vereceğim şeyler var.
-Peki.

Saat gece yarısına yaklaştığında Yavuz ve Komutan’ın annesi sessizce otururken kadın sessizliği bozdu:
-Sana oğlumun yerini yaptım, orada uyursun.
-Olur.
-Ondan önce sana oğlumun bazı özel eşyalarını vereceğim.
Kadın biraz sonra odaya elinde bir mektup ve birkaç eşya ile girdi ve konuşmaya başladı:
-Evladım, Baybars intihar etmeden önce sana da bir mektup bıraktı. Mektubun üstüne de, “Sen ne zaman vereceğini bilirsin anne.”  yazmıştı. O’nun intiharından kısa bir süre sonra, muhitindeki bazı kimselerden bilgi almak için para karşılığı anlaşma yaptım. Son 3 aydır kendini ve duygularını iyice kaybettin.
Bir evladımı kaybettim, ötekini kaybetmek istemiyorum. Al, oku... Oku belki kendini bulmaya yardım eder. Yavuz afallamış halde mektubu açtı ve okumaya başladı.

Değerli dostum, dava arkadaşım, kader ortağım;

Benden bu kadar.
 İnsanların yüzsüzlüğüne, askerliğin siyasilerce ırzına geçilmesine, memleketin parsel parsel satılmasına artık  dayanamıyorum.
Korkaklık de, cesaret de ya da başka bir şey de... Ne dersen de benden bu kadar! Seninle verdiğimiz söze ihanet etmek pahasına, kendimden vazgeçiyorum.
Sen her zaman daha güçlüydün. Umarım bu gücün, sana uzun bir ömür bahşeder...
Biz fani isek de Türklük ve Türkçülük ebedidir...”

Yavuz gözyaşını zor tutuyordu. Beyninde şimşekler çakıyordu. Harp okulu kapanıp okuldan atıldıktan  sonra can dostu, Komutan’ı ilk defa onunla konuşmuştu...
Mektubu kaldırdığında Baybars  ile çekindiği, Harp Okulu yıllarından kalma fotoğraflarını gördü. Fotoğrafın arkasında, tarihin altında Baybars’ın  el yazması ile gördüğü yazı, beyninde çakan son şimşek, gözünde durabilen son yaş oldu:

-Onmaz kara sevdamızı kan söndürecektir!...

Yorumlar

  1. Sen çok güzel insansın kardeşim, tek derdin anlaşılamamak. Gün gelecek, herkes anlayacak seni.
    İşte o gün, sen de anlayacaksın kendini.

    Ayağına taş değmesin.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar